İnsan Sağlığına Yararlı Bakteriler; Probiyotikler
Vücudumuzda yaklaşık 100 trilyona yakın bakteri bulunduğunu ifade eden Yakın Doğu Üniversitesi Hastanesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Özgür Sirkeci, yoğun olarak bağırsaklarda yaşayan mikroorganizmalardan probiyotik bakterilerin vücuda birçok faydalı etkisi olduğunu söyledi.
Vücudumuzda yaklaşık 100 trilyona yakın bakteri bulunduğunu ifade eden Yakın Doğu Üniversitesi Hastanesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Özgür Sirkeci, yoğun olarak bağırsaklarda yaşayan mikroorganizmalardan probiyotik bakterilerin vücuda birçok faydalı etkisi olduğunu söyledi.
Probiyotiklerin bağırsaklarda yaşayan ve vücuda birçok faydalı etki sağlayan mikroorganizmalar olduğunu söyleyen Yrd. Doç. Dr. Özgür Sirkeci, bu bakterilerin yoğun olarak ince bağırsağın son kısmı ile kalın bağırsakta yaşadığını belirtti. Vücudumuzda 100 trilyona yakın probiyotik bakteri bulunduğunu ve bu bakterilerin toplam ağırlıklarının bir buçuk kilo olduğunu söyleyen Yrd. Doç. Dr. Özgür Sirkeci şöyle devam etti: “Anne karnındaki bebeğin bağırsaklarında mikroorganizma yoktur, doğumla birlikte bakteriler bağırsaklara yerleşir ve bebeğin bağırsak florası oluşmaya başlar. Normal vajinal doğum ve anne sütü ile beslenme bu floranın daha çabuk ve sağlıklı oluşmasında etkilidir. Sezeryan ile doğan ve anne sütü ile beslenemeyen bebeklerde ise bağırsak florasının sağlıklı gelişmesi daha yavaş olacaktır. 2 yaş civarında flora tamamlanmakta ve özelliklerini yaşam boyu taşımaktadır. Bu özellikler aynı parmak izi gibi kişiden kişiye bireysel farklılıklar gösterir.”
Bağırsak florasındaki bakterilerin başlıca faydaları
Beş yüzden fazla farklı türden probiyotik bakteri olduğunu söyleyen Yrd. Doç. Dr. Sirkeci, bağırsak florasındaki bakteri çeşitliliğinin sosyokültürel yaşam, coğrafi bölge ve beslenme şekli gibi etkenlere bağlı olarak değişkenlik gösterdiğini belirtti. Probiyotiklerin mukozal bütünlük sağlayarak zararlı bakterilerin dokulara geçmesine engel olduğunu ve bağırsaklarda çoğalmasını sınırladığını da ifade eden Sirkeci, şöyle devam etti: “Bu şekilde probiyotiklerin vücudu enfeksiyonlardan koruyor. Vücudun bu mikrooraganizmalara karşı vereceği aşırı bağışıklık yanıtının önüne geçilerek, bağışıklık sisteminin gelişimi ve devamlılığına yardımcı oluyor. Bozulmuş bir bağırsak mikroflorasına sahip kişilerde otoimmun, alerjik ve iltihabi bağırsak hastalıklarının daha sık gözleniyor. Bunun yanı sıra probiyotikler, sindirime uğramamış atık maddeleri fermente ederek, prekanseröz, alerjik ve vücut için yabancı olan maddelerin uzaklaştırılmasını, bağırsak dengesini koruyarak kabızlık, ishal gibi rahatsızlıkların önlenmesini ve B vitamini ile K vitamini gibi vitaminlerin sentezlenmesini sağlıyor.”
Bağırsaklardaki probiyotik bakteriler zararlı mı?
“Bağırsaklarımızda flora oluşmamış olsaydı yaşam mümkün olmazdı” diyen Sirkeci, bu flora sayesinde bağışıklık sisteminin, dost ve zararlı mikroorganizmaları birbirinden ayırt etmeyi öğrendiğini, doğru ve etkin bağışıklık yanıtının oluşmasını sağladığını kaydederek, dost bakterilerin salgıladıkları faktörler ile birbirlerinin fazlaca çoğalmasını engelleyerek, bir denge içinde yaşamlarını sürdürdüğünü belirtti. Sirkeci şöyle devam etti: “Mikrofloranın dengesinde oluşan bozulma halinde hastalarda şişkinlik, ishal, kabızlık gibi yakınmalar olmakla birlikte birtakım kronik hastalıkların gelişmesinde de yatkınlık oluşmaktadır. Bu yüzden probiyotik bakterilerin vücuda bir zararı olmamakla birlikte probiyotik bakterilerden oluşan bağırsak mikroflorasının sağlıklı ve dengeli bir şekilde kalması gereklidir.”
Sağlıklı bir bağırsak florasına sahip olmak için neler yapılmalı?
19. yüzyılda hastalık mikrop ilişkisinin ortaya konması ile birlikte hijyen kavramı, gün geçtikçe de yoğun mikrop korkusu nedeni ile katı hijyen kuralları ortaya çıkardığını belirten Sirkeci, “Özellikle son 50 yılda, gıda teknolojisindeki değişimlerden endüstriyel gıda üretimi ile insanoğlu daha önce tanışık olmadığı birçok kimyasal madde ile tanışmak zorunda kalmıştır. Ayrıca hastalıkların tedavisinde kullanılan ilaçlar ve özellikle de gelişigüzel antibiyotik kullanımı ile bağırsak florası birçok zararlı etkene maruz kalmaya başlamıştır. Yeni gıda teknolojileri nedeni ile doğal gıdalardan uzaklaşılmış ve probiyotik fakiri ürünlerle beslenme şekli gün geçtikçe artmıştır. Ayrıca hızlı ve çok sayıda, raf ömrü uzun gıda üretimi teknikleri nedeni ile gıdalardaki yararlı bakteriler ortadan kalkmakta ve yararlı bakterilerden mahrum kalınmaktadır. Son 50 yılda sıklığı artan ve artmaya devam eden alerjik, romatizmal, iltihabi bağırsak ve şeker gibi hastalıkların, sağlıksız gelişen bir bağırsak florası ile ilişkisi olduğunu düşünülmektedir. Bu nedenle sağlıklı ve doğal beslenme şeklini benimsemeli ve gelişigüzel ilaç kullanımından kaçınılmalıdır. Bununla birlikte sağlıklı bir bağırsak florasına sahip olmak için mümkün olduğunca geleneksel mutfak kültürüne sahip çıkılması, evde yapılmış yoğurt, tarhana, turşu, peynir gibi gıdaların yeterince tüketilmesi ve probiyotik bakterilerin yaşamlarının devamı için prebiyotiklerden zengin beslenilmesi gerekmektedir” dedi.
“Meyve ve tahıllar probiyotik bakteri açısından zengin”
Prebiyotiklerin bağırsaklarda yararlı bakterilerin çoğalması ve yaşamlarını denge içinde sürdürebilmesi için uygun ortam ve besin sağlayan gıdalar olduğunu söyleyen Sirkeci, başta sebzeler olmak üzere birçok meyve ve tahılın prebiyotikler açısından oldukça zengin olduğunu belirtti. Sirkeci, “Pırasa, soğan, sarımsak, lahana, yer elması, bezelye, nohut, kuru fasulye, mercimek, barbunya, elma, muz, şeftali, karpuz, tam buğday, arpa, çavdar, kuru incir, hurma, kuruyemişler ve tabi ki anne sütü probiyotik açısından oldukça zengindir. Yoğurt, ayran, kefir, tereyağı, dondurma, peynir, turşu, boza, tarhana, şalgam gibi besinler ise prebiyotiklerden oldukça zengindir. Ayrıca kapsül ve şase şeklinde hazırlanmış probiyotik ürünler de mevcuttur. Fakat aldığımız probiyotiklerin bağırsaklarda yerleşip çoğalarak uygun dengeyi sağlayabilmeleri için yeterince prebiyotik gıda da alınmalıdır. Probiyotik ve prebiyotiklerden yeterli ve dengeli bir şekilde beslenmeyi alışkanlık haline getirmeliyiz. Yüzyıllardır geleneksel mutfağımızın temel taşı olan bu ürünler ilaç gibi algılanmamalı, günlük beslenme şeklimizin bir parçası olmalıdır. Tablet ve şase formunda hazırlanan probiyotik formlar, özellikle bağırsak iltihaplanması ve antibiyotik kullanımına bağlı ishallerde oldukça etkin bir şekilde kullanılmaktadır. Bu ilaçların bilinen yan etkileri bulunmamaktadır” diye konuştu.
Geleneksel Türk mutfağında bolca bulunan probiyotik ve prebiyotik gıdalardan yeterince bol beslenilmediğini de hatırlatan Sirkeci, “Birçok koruyucu ve katkı maddesi içeren fast-food tarzı gıdalar her geçen gün daha fazla tüketiliyor. Hekim önerisi olmadan gelişigüzel kullanılan antibiyotikler, mikrofloraya zarar vererek, antibiyotiklere karşı direnç gelişimine yol açıyor. Bu nedenle geleneksel beslenme alışkanlıklarımıza geri dönüp, özellikle bebekler ve çocukların doğal probiyotik ve prebiyotik gıdalarla beslenmesinin sağlanması ile daha sağlıklı nesillerin yetişmesine katkıda bulunulacaktır” diyerek sözlerini tamamladı.
Probiyotiklerin bağırsaklarda yaşayan ve vücuda birçok faydalı etki sağlayan mikroorganizmalar olduğunu söyleyen Yrd. Doç. Dr. Özgür Sirkeci, bu bakterilerin yoğun olarak ince bağırsağın son kısmı ile kalın bağırsakta yaşadığını belirtti. Vücudumuzda 100 trilyona yakın probiyotik bakteri bulunduğunu ve bu bakterilerin toplam ağırlıklarının bir buçuk kilo olduğunu söyleyen Yrd. Doç. Dr. Özgür Sirkeci şöyle devam etti: “Anne karnındaki bebeğin bağırsaklarında mikroorganizma yoktur, doğumla birlikte bakteriler bağırsaklara yerleşir ve bebeğin bağırsak florası oluşmaya başlar. Normal vajinal doğum ve anne sütü ile beslenme bu floranın daha çabuk ve sağlıklı oluşmasında etkilidir. Sezeryan ile doğan ve anne sütü ile beslenemeyen bebeklerde ise bağırsak florasının sağlıklı gelişmesi daha yavaş olacaktır. 2 yaş civarında flora tamamlanmakta ve özelliklerini yaşam boyu taşımaktadır. Bu özellikler aynı parmak izi gibi kişiden kişiye bireysel farklılıklar gösterir.”
Bağırsak florasındaki bakterilerin başlıca faydaları
Beş yüzden fazla farklı türden probiyotik bakteri olduğunu söyleyen Yrd. Doç. Dr. Sirkeci, bağırsak florasındaki bakteri çeşitliliğinin sosyokültürel yaşam, coğrafi bölge ve beslenme şekli gibi etkenlere bağlı olarak değişkenlik gösterdiğini belirtti. Probiyotiklerin mukozal bütünlük sağlayarak zararlı bakterilerin dokulara geçmesine engel olduğunu ve bağırsaklarda çoğalmasını sınırladığını da ifade eden Sirkeci, şöyle devam etti: “Bu şekilde probiyotiklerin vücudu enfeksiyonlardan koruyor. Vücudun bu mikrooraganizmalara karşı vereceği aşırı bağışıklık yanıtının önüne geçilerek, bağışıklık sisteminin gelişimi ve devamlılığına yardımcı oluyor. Bozulmuş bir bağırsak mikroflorasına sahip kişilerde otoimmun, alerjik ve iltihabi bağırsak hastalıklarının daha sık gözleniyor. Bunun yanı sıra probiyotikler, sindirime uğramamış atık maddeleri fermente ederek, prekanseröz, alerjik ve vücut için yabancı olan maddelerin uzaklaştırılmasını, bağırsak dengesini koruyarak kabızlık, ishal gibi rahatsızlıkların önlenmesini ve B vitamini ile K vitamini gibi vitaminlerin sentezlenmesini sağlıyor.”
Bağırsaklardaki probiyotik bakteriler zararlı mı?
“Bağırsaklarımızda flora oluşmamış olsaydı yaşam mümkün olmazdı” diyen Sirkeci, bu flora sayesinde bağışıklık sisteminin, dost ve zararlı mikroorganizmaları birbirinden ayırt etmeyi öğrendiğini, doğru ve etkin bağışıklık yanıtının oluşmasını sağladığını kaydederek, dost bakterilerin salgıladıkları faktörler ile birbirlerinin fazlaca çoğalmasını engelleyerek, bir denge içinde yaşamlarını sürdürdüğünü belirtti. Sirkeci şöyle devam etti: “Mikrofloranın dengesinde oluşan bozulma halinde hastalarda şişkinlik, ishal, kabızlık gibi yakınmalar olmakla birlikte birtakım kronik hastalıkların gelişmesinde de yatkınlık oluşmaktadır. Bu yüzden probiyotik bakterilerin vücuda bir zararı olmamakla birlikte probiyotik bakterilerden oluşan bağırsak mikroflorasının sağlıklı ve dengeli bir şekilde kalması gereklidir.”
Sağlıklı bir bağırsak florasına sahip olmak için neler yapılmalı?
19. yüzyılda hastalık mikrop ilişkisinin ortaya konması ile birlikte hijyen kavramı, gün geçtikçe de yoğun mikrop korkusu nedeni ile katı hijyen kuralları ortaya çıkardığını belirten Sirkeci, “Özellikle son 50 yılda, gıda teknolojisindeki değişimlerden endüstriyel gıda üretimi ile insanoğlu daha önce tanışık olmadığı birçok kimyasal madde ile tanışmak zorunda kalmıştır. Ayrıca hastalıkların tedavisinde kullanılan ilaçlar ve özellikle de gelişigüzel antibiyotik kullanımı ile bağırsak florası birçok zararlı etkene maruz kalmaya başlamıştır. Yeni gıda teknolojileri nedeni ile doğal gıdalardan uzaklaşılmış ve probiyotik fakiri ürünlerle beslenme şekli gün geçtikçe artmıştır. Ayrıca hızlı ve çok sayıda, raf ömrü uzun gıda üretimi teknikleri nedeni ile gıdalardaki yararlı bakteriler ortadan kalkmakta ve yararlı bakterilerden mahrum kalınmaktadır. Son 50 yılda sıklığı artan ve artmaya devam eden alerjik, romatizmal, iltihabi bağırsak ve şeker gibi hastalıkların, sağlıksız gelişen bir bağırsak florası ile ilişkisi olduğunu düşünülmektedir. Bu nedenle sağlıklı ve doğal beslenme şeklini benimsemeli ve gelişigüzel ilaç kullanımından kaçınılmalıdır. Bununla birlikte sağlıklı bir bağırsak florasına sahip olmak için mümkün olduğunca geleneksel mutfak kültürüne sahip çıkılması, evde yapılmış yoğurt, tarhana, turşu, peynir gibi gıdaların yeterince tüketilmesi ve probiyotik bakterilerin yaşamlarının devamı için prebiyotiklerden zengin beslenilmesi gerekmektedir” dedi.
“Meyve ve tahıllar probiyotik bakteri açısından zengin”
Prebiyotiklerin bağırsaklarda yararlı bakterilerin çoğalması ve yaşamlarını denge içinde sürdürebilmesi için uygun ortam ve besin sağlayan gıdalar olduğunu söyleyen Sirkeci, başta sebzeler olmak üzere birçok meyve ve tahılın prebiyotikler açısından oldukça zengin olduğunu belirtti. Sirkeci, “Pırasa, soğan, sarımsak, lahana, yer elması, bezelye, nohut, kuru fasulye, mercimek, barbunya, elma, muz, şeftali, karpuz, tam buğday, arpa, çavdar, kuru incir, hurma, kuruyemişler ve tabi ki anne sütü probiyotik açısından oldukça zengindir. Yoğurt, ayran, kefir, tereyağı, dondurma, peynir, turşu, boza, tarhana, şalgam gibi besinler ise prebiyotiklerden oldukça zengindir. Ayrıca kapsül ve şase şeklinde hazırlanmış probiyotik ürünler de mevcuttur. Fakat aldığımız probiyotiklerin bağırsaklarda yerleşip çoğalarak uygun dengeyi sağlayabilmeleri için yeterince prebiyotik gıda da alınmalıdır. Probiyotik ve prebiyotiklerden yeterli ve dengeli bir şekilde beslenmeyi alışkanlık haline getirmeliyiz. Yüzyıllardır geleneksel mutfağımızın temel taşı olan bu ürünler ilaç gibi algılanmamalı, günlük beslenme şeklimizin bir parçası olmalıdır. Tablet ve şase formunda hazırlanan probiyotik formlar, özellikle bağırsak iltihaplanması ve antibiyotik kullanımına bağlı ishallerde oldukça etkin bir şekilde kullanılmaktadır. Bu ilaçların bilinen yan etkileri bulunmamaktadır” diye konuştu.
Geleneksel Türk mutfağında bolca bulunan probiyotik ve prebiyotik gıdalardan yeterince bol beslenilmediğini de hatırlatan Sirkeci, “Birçok koruyucu ve katkı maddesi içeren fast-food tarzı gıdalar her geçen gün daha fazla tüketiliyor. Hekim önerisi olmadan gelişigüzel kullanılan antibiyotikler, mikrofloraya zarar vererek, antibiyotiklere karşı direnç gelişimine yol açıyor. Bu nedenle geleneksel beslenme alışkanlıklarımıza geri dönüp, özellikle bebekler ve çocukların doğal probiyotik ve prebiyotik gıdalarla beslenmesinin sağlanması ile daha sağlıklı nesillerin yetişmesine katkıda bulunulacaktır” diyerek sözlerini tamamladı.
SEN DE DÜŞÜNCELERİNİ PAYLAŞ!